SALINIMLARIN İLİŞKİLERDEKİ RENGİ: Nazlanma, Sızlanma, Şikayetlenme ve Öfke
SALINIMLARIN İLİŞKİLERDEKİ RENGİ: Nazlanma, Sızlanma, Şikayetlenme ve Öfke
Bireyin duygularının ifadesinin kendini heba etmeyle gizil biçimde vücut bulduğu ve bir konfor alanına dönüşen kendini heba etmeye bağımlılık, ilişkilerinde savrulma ve örselenmeyle sert şekilde salınarak hayatının içine yayılır.
Kabul edilmediğini, içinde taşıdığı sevgi potansiyelinin karşılıklarını ötekinde bulamadığını ve kendini ilişkinin diğer ucundaki kişilerde görmediğiyle yüzleştiğinde, kendini heba ederek ortaya koyan birey içsel duygu sistemini ancak bu şekilde rahatlamaya götürebildiğine dair döngüsel bir çıkmaza sahiptir.
Bu döngüsel çıkmazın kendini heba etme becerisi olan ilişkilerdeki bağımlılığına dönüşmesiyle, birey kendini heba edemediği ilişkilerde durabilmeye yabancılaşır. İlişkilerde dinginliği, önce kendi kendine yetebilmeyi, ötekinde tamamlanabilmenin yolunun önce kendi içsel sisteminde kendini görebilmeyi ve değerli kılabilmeyi deneyimlememiş birey bilinçdışı çatışmalarla ilişkilerinde salınacaktır.
Birey ailesiyle, arkadaşlarıyla, partneri ya da çocuklarıyla kaosa bağımlı içsel duygu sisteminden kaynaklı aşama aşama salınıma düşerek kendi içindeki duygu potansiyellerinin bu ilişkilerindeki karşılığının ardına kapılarak ya duygusal kopuşun inşasına gider ya da bu hebanın kaosunu bilinçdışı oluşturup ilişkilerden çıkamayarak kendisini aşırı mağduriyete düşürecektir.
Ötekinin acısından bir diğerinin mağduriyetine bilinçdışı bir yol vardır. Bu yol birbiriyle ilişkiyi nasıl kuramıyor olmanın rengidir. Bu rengin salınımı ise; travmatik döngüsel şekilde Nazlanma, Sızlanma, Şikayetlenme ve Öfke şeklinde salınır.
Nazlanma ;
Naz; sıkça şahitlik ettiğimiz, özellikle çocukların taleplerini ifade ederken yerine hemen getirilmeyen isteklerinin, gecikmeyle sunan ebeveyne öfkelenen çocuk, o çok arzusunda olduğu talebini öfkeyle reddeder. Duygusunu ebeveynle tahliye etmeyi başarınca talebine tekrardan dönebilir ve isteyebilir. Duyguyu tahliye edemeyecek kapasitede bakımveren, çocuğun naz odaklı taleplerinden bir gerilim hattına neden olur ve çocuğun yaşam sistemi bunun üzerine şekillenebilir.
Duygusal ve fiziksel taleplerini nazla almaya başlayan çocuk aynı zamanda sevmeyi ve sevilebilmeyi de naz üzerinden deneyimlemeye başlar. Kız çocuğunun ilk flört nesnesi baba, erkek çocuğunun ise annedir. Babanın kız çocuğunun nazlanma hikayesine rehberlik edememesi, duyguları bir denge haline gelmesi için kız çocuğundan aldığı mesajları okuyamaması, kız çocuğunu derin bir anlaşılmamaya götürür. Doğası gereği sevilebilir olduğuna nazlanmayla şahitlik etmek isteyen kız çocuğunun duygu tahliyesi yapılamayınca birey bir duraklamaya gider ve duraklama üzerine bir inşa yapar.
Erkek çocuğu içinse ilk flört nesnesi anne olduğundan, anneyle tamamlanma arzusu, annenin yanında kaygıyı yatıştırma, kendini anneye beğendirme çabası ve kabul edilme duygusuyla anneyle erkek çocuğu arasında duygu ağı oluşur. Annenin bu ihtiyacı giderememesi ya da gideremeyecek durumda olması bir saplanma, duraklama, bağımlılığa dönüşerek bir gelişimsel inşaya gider. Çocuklarının sevgiyi nazlanma ile almasının farkında olan ebeveynin bunu sınırlı bir şekilde organize etmesi çocukların takdir edilmesine, sevilebilir olduğuna, kabullenebilir olduğuna dair aynalanma dediğimiz süreçle şahit olurlar.
Ancak bu aynalama işlevini yapmaya yeterli olmayan duygusal kapasitede ebeveyn, nazlanmaya öfkeyle karşılık veriyor olmaları ya da nazlanmayı fark edemiyor ve umursamıyor olmaları yetişkinlikte travmatik döngülerle kendini göstermeye dönebilir. Bu durum günlük ilişkilerde kendini çok sık gösterebilir. Geliştirilen bir arkadaş ilişkisinde sosyalleşmeye dair bir gündem oluştuğunda sürekli nazlanma ile ilgiyi üzerinde tutan, çocukluğunda yaşamadığı tek ve biricik olmayı arkadaş ilişkisinde nazlanma ile karşı tarafa suçluluk duygusu ya da yetersizlik duygusunu yerleştirerek ilişkilerde kontrolü bu yolla sağlayabilir. Özellikle kontrolü sağlayarak kendi varlığını hissetmek üzere girilen her ortamda kendisine karşı sürekli bir ısrarın beklendiği, ısrar edildikçe içindeki nazlanma arzusunun karşılık bulduğu hiç yaşanmayan biricik olma duygusunun geçici bir tamamlanmaya gittiği olaylarla karşı karşıya kalabiliriz.
Bireyin nazlanma sürecinin aksaklığından ötürü yeterli olgunlaşmaya erişememesiyle beraber kriz durumlarında çocuksulaşması, kendini çocuksu taleplerden alamaması, özellikle evlilik ve aşk ilişkilerinde de çok sık rastlanabilir. İncinmelerini, duygusal ihtiyaçlarını, cinsel taleplerini olgun düzeyde ifade edebilmek yerine nazlanma sistemiyle ortaya koyan bireyin anlaşılmayı beklemesi ve bu anlaşılmanın gerçekleşememesi sonucu sızlanmayı da beraberinde getirebilir. İlişkide sevgiye ve ilgiye duyulan özlemin ısrarla problemli bir gündem oluşturmasıyla beraber, bunun üzerine meydana gelen yakınlaşma daha gerçekleşmeden taraflardan birinin duygusal boğulma ve sıkışma yaşamasıyla sorunun ortadan kalkmasını perdeleyen nazlanma duygu sistemi yine döngüsel olarak sızlanmaya dönmek üzere belirir. Böylece ilişkide nazlanmalar aşırı kırılganlık, patolojik hassasiyet, tek taraflı empati beklentisi kılıfıyla gelebilir. Özellikle bu kılıflarla kendini yüksek motivasyonla ortaya koyan, taleplerini coşkuyla belirten birey, ancak ilişki esnasında diğer partnerin krizi olgunlukla ele alması ve kendini nazlanmadan ifade edince nazlanan yapı, duygusunu farklı şekilde ifade edebilmenin zeminini yakalayınca ciddi bir duygusal çöküş yaşama ile karşı karşıya kalabilir ve manipülasyonla işin seyrini tekrardan kaosa çekebilir. İşin seyri bastırılmış bir öfkenin söylene söylene ifade edilmesine doğru evrilir.
Nazlanmanın tahliye edilememesiyle yerini sızlanmaya devretmek üzere ilişkilerdeki döngü sert bir geçişin sağlayıcısı olabilir.
Sızlanma;
Sızlanma, duygusal sıkışmanın arafı gibidir. Yani kırılganlıklarını, patolojik hassasiyetini ve olgunlaşmamış duygusal taleplerinin ötekinin şahsında şahit olamıyor olmanın acısıyla nazlanmanın bastırılan ya da ertelenen duygu olmasıyla kişi ne ilişkilerden gidebiliyor nede nazlanma duygu sistemini dönüştürebiliyor. Dönüşemeyen nazlanma duygu sisteminin, sıkışan duyguları tahliye edememesiyle söylenme, sessiz sessiz dertlenme, bastırılan öfke, zihninin içinde ilişkinin diğer ucundakiyle bir kavga, ‘’sızlanma’’ salınımıyla devam eder.
Görülememeye, duyulamamaya, anlaşılamamaya dair nazlanma duygusunun bastırmaya gitmesiyle beraber, duygu bireyin içsel sisteminde evrilir. Duygusal evrilmenin ilkel savunma mekanizmalarıyla ikincil kazanç olarak tanımlanan bedensel ağrılarının sızlanma ile ortaya çıktığı ve tanısı ya da adı konulamayan sırt, omuz, bacak, mide, bel ve baş ağrılarının belirdiği bir gündem oluşabilir. Nazlanma ile fark edilmeyen birey içindeki duygusal sıkışmayı bedenselleştirerek bir duygusal dağılma ya da yıkım yaşamamak üzere ruhunu koruma altına almaya girişmenin bir çözüm yoluna gidebilir. Bedenselleşen acıların özellikle yakınma ve ağlama nöbetleriyle devam ettiği sızlanma salınımının, ötekini kontrol etme, bu kontrol ile ötekini işgalle ilişkide tutma, ilişkide tutarak da ilişkiye yapışmayla geçmişin acılarını ağrı kesici gibi durdurma işlevi diyebiliriz.
Özellikle bireyin içsel duygu sisteminin ilişkilerde tamamlanmıyor ve aynalanamıyor olmasının acısını sızlana sızlana ağır eleştiriler getirerek gündemi kaotikleştirir, ilginin enerjisini kendine döndürmeyi başarır. Eleştirilerin kodlarında yakınma, söylenme, dertlenme, somatik ağlama ile sızlanmayla belirir. Sızlanma ile gelen ağır eleştiri duygusal elektriğin kesilmesine dayanamaması ve bunun kalıcı bir savunmaya dönüşmesiyle ilişkisel döngü gerçekleşir.
Sızlanmaların renginde çaresizlik, yalnızlık, terk edilmişlik ve bastırılmış öfke vardır. Bu duyguların tahliye edilememesiyle iç sesinin söylemlerini sızlanmalara döndürmesine rağmen ilişkilerde karşılık bulamaması yüksek tonlu şikayetlerin meydana gelmesine olanak sağlayabilir.
Şikayetlenme
Sızlanmanın öfkeden bir önceki durağa şikayetlenmeyle taşındığı, öfke ve eleştirinin örtük bir şekilde ilişki biçimlerinin içine sızdığı döngüsel düzlemdir.
Şikayetlenmenin rengindeyse hak ettiği sevilme, görülme, takdir edilmeye dair talepleri konusunda daima mağdur olduğunun iddiası vardır. Genel tabloda kendisinin içsel duygu sistemindeki tüm sevgi potansiyelleriyle ilişkilerde var olduğunu, tüm duygusal vericiliğiyle ilişkiler kurduğunu, ancak bunun karşılığında hep hüsrana ve haksızlığa uğradığını ve mağdur edildiğine dair bir algısı oluşabilir. İlişkilerin bir ucunda kendisi mağdurken ilişkilerin öteki ucundaki bireylerinde zalim olduğunu, anlaşılmadığını ve haksızlığa uğradığına dair varsayımdadır. Yaşamın, eşinin, arkadaşlarının, çocuklarının, iş arkadaşlıklarının ve partnerlerin zalim olduğu şikayetiyle içinde taşıdığı öfkeye bir tahliye yaşatır.
Şikayetlenmenin el freni olduğu içsel duygu sitemine sahip bireyler, yetiştiği ortamda o kadar çok ihmal ve işgal edilmiştir ki mağdur olduğu konusundaki haklılığında ve mağdur edileceği kişileri hayatına seçme, çekme konusunda mahirdirler.
Tüm ilişkilerinde şikayetlenerek mağdur olduğuna sıkı sıkıya inanan birey, bu durumdan çıkma ihtimali oluştuğunda ya da bu farkındalığın oluşması için birilerinin çaba gösterdiğini hissettiğinde önce dağılır, sonra hızlıca uzaklaşır ve anlaşılmadığı iddiasıyla yine mağdur olduğunu düşünerek sosyal izolasyona gidebilir.
Evliliklerde ve ilişkilerde partnerler arasında şikayetenme sistemi mağdur zalim döngüsünün örtük haliyle meydana gelebilir. Partnerlerden birisinin nazlanma, sızlanma evrelerini yoğun düzeyde bastırmaya gittikten sonra öfkenin şikayetlenme ile meydana gelmesinden kaynaklı kendisini yeteri kadar sevmeyecek, değerli kılmayacak ve görmeyecek bir partneri bilinçdışı hayatına çekebilir. Bütün ömrünü ve ilişkinin tüm boyutlarında kendisinin mağdur edildiğini diğerinin ise bir zalim olduğuna dair şikayetlenmeleri şiddetli tartışma ve fiziksel-duygusal şiddete giden durumlara eşlik edebilir. Diğer bir noktada partnerlerden birisi şikayetlenmenin olmadığı ilişkilerde nasıl nefes alabileceği noktasında bir bilinmezlik yaşarken, partnerini sürekli şikayet edebileceği bir zalime dönüştürme noktasında bilinçdışı ustalaşmış olabilir. Ne ilişkiden kopabilir ne de kişi mağdur olduğuna dair şikayetlenmenin bağımlılığından vazgeçebilir. Şikayetlenmeyle içsel duygu sisteminde çatırdamaları yaratan haklılık coşkusu sürekli ezen, ağır eleştiren, ötekine yetersiz hissettiren yapıyı beraberinde getirebilir.
Özellikle şikayetlenme ile çocuklarının içerisine suçluluk duygusunu yerleştirerek onları kontrol altında tutan, kendi duygu haznesini rahatlatarak ilişkilerin diğer ucundaki çocuklarını zihninde zalime dönüştüren ebeveynler bununla bir ilişki haritası oluşturabilirler. Çocuklarını kontrol altına alamadıklarında, onları önce kardeşlerine, sonra akrabalarına, daha sonrada komşularına şikayet etmek üzere baskıyı hissettirmeye çalışabilir ve tüm çevrelerini mağdur olduklarına dair ikna turlarına çıkabilirler. Bu ikna turları, şikayetlenme üzerine mağdur duygusuna düşmenin coşku ve motivasyonudur. Şikayetlenmenin karşılık bulamadığı ve mağduriyet döngüsü içinde olan mağdur kişi, içindeki acı duyguları ötekine tahliye edemediği sınırlarla karşı karşıya kaldığında bir öfkeye, yani tünelden önce son çıkışa gelmiş olabilir. Bu öfkeyse sessiz kendi içinde bedel ödenerek yaşanan öfke ve dışarıya patlamayla gelen gürültülü öfke olarak tanımlanabilir.
Öfke;
Şikayetlenen bireyin mağduriyeti ötekinde döngüsel bir travmaya dönüşmemesi ya da ötekinin döngüye çekilememesi sonucu bireyin düştüğü duygusal alan, tahliye edilemeyen duygunun öfkeye dönüşmüş hali olarak ilişkide salınabilir.
Şikayetlenmenin öfkeye dönüşen rengiyle sessiz ve kendi içinde bedel ödenerek yaşanan öfke salınımı, psikolojik sıkıntılanmanın ruhsal denge haline dönüşmesine neden olabilir. İçerde öfkenin bir bedel olarak ödenmesi bireyi ağır bir depresyona götürerek ruhun ve bedenin örselenmesiyle duygu durum bozuklukları öfkenin bir salınımı olarak ilişkilerin tablosunda belirebilir. İlişkilerde geçmişin kalıntılarından kaynaklı; nazlanmanın, sızlanmanın, şikayetlenmenin ardı ardına bireyin ruhunda açtığı yaralar, öfkenin örtük şekilde panik atak ve kaygı bozuklukları olarak bireyin ruhunda belirebildiği gözlemlenebilir. Bireyin çaresiz, yalnız, değersiz ve boşluk duygusuyla baş başa kaldığında, öfkenin ruhsal aygıtın ayakta kalabilmesi için panik atakla devreye girdiğini ve panik atak ya da kaygının bir denge haline dönüştüğü bir bedelle karşı karşıya kalınabilir. Şikayetlenmenin öfkeye açtığı duygu kanallarını birey kendine yönlendirdiğinde bedensel olarak da tanısı konulamayan ama bireyin bedeninin büyük bir bölümünü işlevsiz hale getirdiği ve tahribatlar yarattığı durumlarda ortaya çıkabilir. Bilinçdışı iştahsızlık, uykusuzluk, halsizlik, çeşitli hayati kazalara karışma olarak öfkeyi kendine yönlendirme salınımları oluşabilir.
Öfkenin dışarıya patlamayla gelen gürültülü haliyse; ilişkilerde yarattığı tıkanmalarda birey mağdur olduğuna dair öfke haliyle tüm duyguları karşı tarafa yükleme üzerine duygu sistemini bir rahatlamaya götürme girişimiyle bunun fiziksel ya da duygusal şiddetle sonuçlanması sonucu büyük mağduriyet renginin meydana gelmesi gözlenebilir. Burada öfke duygusunun salınımına girmeye müsait birey ile öfke duygusunun içsel sistemde yarattığı ağır taşınamaz duyguları ötekine atabilmek için arayışta olan bireyin acı ve ortak anılarının yeniden buluşmasına benzeyebilir.
İlişkilerdeki öfkenin salınımında geçmişin izlerine rastlamak mümkün olabilir. Öfke salınımın tükenmek bilmeyen depolarında bireylerin ebeveynlerine karşı öfkelerinin ya bastırılmasından kaynaklı içsel aktive olması ya da ilişkilerinde dışa dönük gürültü düzeyinde olması mevcut olabilir. Çoğu zaman bir ilişkide beliren öfke sadece öfke gibi olamayabilir. Öfke duygusunun ardında görülmeyeni görmek üzere nazlanma, sızlanma ve şikayetlenme salınımının aşama aşama kendini duygusal patlama noktasına getirdiği, doğup yetişilen ortamın küçük seneryo halleri olduğu ihtimalleri olarak da düşünülmelidir.
Yukarda ifade edilen tüm paylaşımın, yıllara dayanan bir deneyim sonucu olduğunu, anlatılan sürecin kişiden kişiye değişebildiğini ve bir cinsiyet üzerinden gelişip yazılmadığını, genel yorumlar olmakla birlikte, kesinlik içermediğini, ihtimal ve birebir deneyimlerden birikime dönüştüğünü ifade etmek isterim.
Haşim Durar
DERİNLİK TEMELLİ PSİKOTERAPİLER
ENSTİTÜ KURUCUSU