NEDİR KENDİNİ ORTAYA KOYMAK ?
NEDİR KENDİNİ ORTAYA KOYMAK ?
Kendisindeki ışığı bulamayınca insan ya da kaybetmişse, varlığını hep diğerinde arar hep bir diğerinde tamamlamaya çalışır. Bu bazen karşımızdaki kişinin bizim için gözlerinde parlayan bir çift göz bazen de iki dudağının arasından çıkan takdir eden, şefkat gösteren iki çift sözle kılık değiştirip hayatımızda yer edinir.
Neyi kaybetmişse insan yaşamının erken dönemlerinde, onun ya da onun temsillerinin tutkunu olur.
Eğer anne ve baba bireyin ayrışma ve bireyleşme dediğimiz döneminde, çocuğun yaşının doğasına uygun eylemleri gerçekleştirmesine müsaade etmemişse, çocuk kendini ortaya koyup her eylem yapmak istediğinde, ebeveynlerinin (bakımverenlerinin) terk edilme kaygıları ya da korkularından dolayı çocuğun eylemi engellendiğinde çocuk çaresizliğe düşer. Ya da fiili müdahale yerine annenin(bakımveren) çocuğun eylemlerine karşı gözleriyle ya da sözleriyle çocuğu terk edeceğini, onu bir daha sevmeyeceğini hissettirdiğinde çocuk buna dayanamayabilir ve kendinden vazgeçebilir. Bu vazgeçme bir çaresizliğin resmidir. Çocuğun içine düştüğü çaresizlik sevilemeyeceğim, terk edileceğim, eğer ebeveynin bakım verenin istediği ölçüde davranmazsam istenmeyeceğim kaygısı ile kendini geri çeker, içindeki dayanılmaz acıyı sakinleştirmek için ise ebeveyn ya da bakımverene yapışır. Kendini ortaya koymaktan vazgeçer.
Eğer anne-baba fiziksel olarak var ama duygusal olarak çocuğun hayatında ayrışma ve bireyleşme döneminde yoksalar, çocuğun kendini ortaya koyduğu tüm eylemlerde destekleyen, takdir eden, şefkati hissettiren ebeveyn(bakımveren) yokluğu çocukta derin bir ihmal, boşluk, çaresizlik, sevilmeme izlerini oluşturacaktır.
Bunun uzun süre bu şekilde devam etmesi bireyin beyninde kendini ortaya koyamama üzere nöral yolaklar oluşur. Bu yolaklar aynı zamanda kendin için bir eylem yapmak istediğinde sevilemiyor olmanın, terk ediliyor olmanın ve suçlu olmanın beyindeki mühürlenmiş halidir. Bu durum yaşamın temel motivasyonuna dönüşür. Ve bireyin denge haline dönüştüğü bu süreç bireyin hayatla temasını belirler.
Hayatın içine bizlerin içsel duygu sisteminden mesajlar gider. Mesajların gittiği yerler anne baba (bakimveren) temsilleridir. Yani hayatla her an yaşadığımız ilişkisellikte içimizdeki eksikliği tamamlayabilmek için yerine koyabilecek temsilleri kendimize çeker ya da bulur seçeriz. Temsillerle girilen ilişkisel durumlarda içimizdeki sahici kapasitelerle değil, kendimizi ortaya koyamayacağımız ilişki durumları ortaya çıkacaktır.
Sevilebilir ve görülebilir olma üzerine inşa olmuş içsel sistemin her eyleminin bulmak isteyeceği nokta, insanların gözlerinden alabileceği onaylanma ışıltısı, görülebilen kişi ve takdir edilme hissidir.
Birey sevilebilir ya da görülebilir olabilmek için kendini heder eden bir yapıya sahip olabilir. Kendisinin yaşadığı acılar, sıkıntılar ve kayıplarla ilgili kendisine özşefkatle davranamayabilir ve kendisini içerden gözlemleyemeyebilir. Çalıştığı bir iş yerinde yeterince takdir almak ve anne-baba yerine geçebilecek temsillerden sevgiyi alabilmek için insanüstü bir performans sergileyebilir, kendisini hırpalayabilir ,sağlık durumunu hatta aile yaşantısını kaybetmeye kadar durum derinleşebilir.
Birey yoğun bir aşk ilişkisi içerisinde, ilişkisini, duygularını doğalında yaşayamazsa, sürekli kendini heder eden kendi kapasitesinin üzerinde emek vermeye çalışan hale gelmişse ,sürecin vardığı nokta yine yeterince sevilebilir olma üzerine kurulmuş olabilir. Örneğin ilişki esnasında kendi taleplerinin, neler yaşadığının, neler hissettiğinin ve neler amaçladığının bir önemi yok, aksine partnerinin ihtiyaçlarına odaklanmış ve yaşam coşkusu bu temelde gelişmiştir. İlişkisinde kendisi olmak ve kendini ortaya koymanın tüm eylemleri suçlu olduğunu hissettiren ve işe yaramayan birisi olarak aktive olan bir içsel mekanizmanın oluşmasına neden olabilir.
Bir sosyal arkadaşlık içerisinde kabullenilmek, sevilebilmek, takdir edilebilmek için birey sınırları olmadan, kendisini kullandırmaya ya da duygusal şiddete maruz bıraktırarak sevilebilir, görülebilir olduğuna dair ikna olana kadar çılgınca çaba sarf etmeye devam eder. Örneğin bir dert babasına dönüşerek, arkadaşlarının tüm acılarını sorunlarını dinleyerek onları rahatlatıp, kendisi acıyı yüklenmiş volkan gibi patlamaya hazır hale dönüşebilir. Ya da sürekli kendisinden feda ederek maddi manevi destekler sağlayarak yardımsever birine dönüştüğünü zannedebilir. Yakın arkadaşlarının işini kolaylaştıran, onların sorumluluklarını üstlenen ve her zaman aranan adam olmak üzere duygusal sistem geliştirebilir. Bu durum yine kendini ortaya koymaktan uzak, bir diğerine duygusal yatırım yaparak kendi içsel sistemindeki açıkları kapatmaya dair işleyen mekanizmalardır.
Kendini ortaya koymak annesinden ayrılmamış yetişkin olmuş bir yapı için dayanılmaz bir ağırlığa dönüşür. Kendisi için bir adım attığında, bunu yalnız bir başına yaptığında, temel motivasyon merkezinde kendi iyiliği ve menfaati olduğunda buna dayanamaz, içsel duygu sistemi çöker ve bedeni buna çeşitli tepkiler verir.
Örneğin genç bir bireyin yeni bir evlilikle yeni bir hayata başlamak üzere yola çıktığında evlilik öncesinde, bireyde derin bir mutsuzluk ve depresyon oluşabilir. Bedeninde ağrılar, şişlikler, fiziksel kazalar ya da yaralanmalar yaşayabilir. Evliliği ya da kurduğu aile bir yas sürecine dönüşebilir.
Özellikle birey kendisi için dışarıda sosyal bir ortamda bulunduğunda, tatile gittiğinde, şehir değiştirdiğinde, alışveriş yaptığında, rahatsız olduğu bir ilişkiyi sonlandırmak istediğinde, önemli bir kararı vermek istediğinde, bunu kendisi için yapabiliyor olma duygusuna dayanamaz. Bedeni buna tepki verir. Bedeninden kopmuş gibi hissedebilir. Çeşitli hastalıklar ve zorluklar ortaya çıkabilir. Bu belirtiler, uzun bir süre bireyin yaşamını işlevsiz hale getirebilir tanısı bir türlü bulunamayan çeşitli rahatsızlıklara dönüşebilir.
Aynı durum bireyin kendisini ortaya koymasıyla birlikte duygularında da ortaya çıkabilir. Kendisi için bir ideali gerçekleştirme eylemi yoğun bir suçluluk duygusuyla ortaya çıkabilir. Kendini değersiz, hiçbir işe yaramayan, bir zalim gibi düşünebilir. İdealin belirginleşmesi ve git gide hayata geçirilmesi kişide çoğu zaman ilk suçluluk duygusunu ortaya çıkarabilir. Yani suçlu hissettikçe, hayatın anlamını kaybetme, herkese ihanet ediyor olma duygusu, geçmişle yoğun meşgul olma durumları söz konusu olabilir. Bununla beraber çaresizlik duygusu ortaya çıkabilir. Yani idealin meyveleri ortaya çıktıkça kişinin çıkmazda hissetmesi, içindeki boşluk duygusunun günden güne artmasına neden olabilir. Çaresizlik derinleştikçe kişi gizlenmiş bastırılmış öfkenin yönünü kendine çevirebilir ve aniden kararlar alarak ya da travmatik bir döngüye girerek kendi hayatında yıkıcı olabilir. Öfkenin yıkıcılığı ise bireyi tükenmişliğe çekerek hayatla olan teması kopuk bir hale dönüştürür.
Kişi örneğin bir ömür bir iş yerinde kapasitelerini kendini ortaya koymadan saklayarak çalışabilir. Fakat iş yerinde geliştirmiş olduğu anne baba temsilleri ilişkilerinden kaynaklı buradan ayrılamaz, tüm enerjisini buraya yatırarak kendini sevilebilir olmaya ikna etmenin koşullarını yaratmaya çalışır. Bu duygu sistemine sahip bireyin kendini ortaya koymak üzere kendi yetenekleri üzerine kurduğu bir ekonomik-kariyer sistemi dayanılmaz acı verebilir. Acının içeriklerinde, suçluluktan kaynaklı yüksek düzeyli motivasyon kaybı, tükenmişlik, yeteneklerini ve başarılarını değersizleştirme, ortaya çıkan bedensel hastalıklar, aile ilişkilerinde meydana gelen hasarlar ve kendisini ekonomik iflasa götürecek kararlar alma ve çalışmalar yapma olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kendini ortaya koymanın dayanılmaz ağırlığı, insanın ruhuna ekilmiş sevilememe deneyimlerinden kaynaklı oluşan ruhsal çalkantılardır. Ruhsal çalkantılar ne kadar kaotikse, bireyin hayatı daima çalkantılı ve bireyde bundan daima şikayet halinde ya da hiç farkında olmadan bir yaşam sürdürür.
Haşim DURAR
DERİNLİK TEMELLİ PSİKOTERAPİLER
ENSTİTÜ KURUCUSU